remzi.oto@yahoo.com
1650 Yılında Bitlis “BEDLİS 1650”
Değerli okuyucular.. Bitlis ile ilgili olarak tarihin derinliklerine inip tarihi seyri irdelediğimizde, karşımıza çok enteresan bilgiler çıkıyor. Bu bilgilerden birisi de 1650 yılında resmedilen "BEDLİS 1650" adlı resimdir. Tabi ki Bitlis deyince maksadımız M.Ö. kuruluş tarihine kadar gitmek değil, kısa ve kesitler halinde geçirmiş olduğu bazı evrelere değinmek, sonra bugünkü durum ile sözkonusu resmi karşılaştırıp irdelemek, öğrendiğimiz bilgileri ve düşüncelerimizi okurlarımızla paylaşmaktır.
20 Hicri 640 tarihinde, Müslümanların Delikli Taş Tünelinden geçerek Bitlis’i alıp sonra Ahlat’ta kadar ilerlediklerini öğreniyoruz (Baladhosi. s.176). Araplar Bitlis’i 640 yılında aldıktan sonra, Bitlis’e hüküm eden Ermeni Beyini aynı zamanda Ahlat ve çevresinin vergisini de toplayıp vermeye zorlamışlardır.
Bitlis 1140 yılında merkezi Ahlat’ta bulunan Ermeni şahları (Suqmani sülalesi) tarafından alınıp yönetilmiştir. Selçuklulara vergi veren Suqmani hanedanlığına Eyyubiler 1180 yılında son vermiş, Selahaddin Eyyubi yeğeni Malik al Eşref’i Bitlis Beyliğine atamıştır. Eyyubiler 1245 yılına kadar bu bölgede hüküm sürmüştür. 1231 yılında Çormagun yönetimindeki Moğol orduları, Bitlis kentini istila edip tamamen yakmışlardır.(C.D’Ohsson, Hist.desMongols III.68). Bu saldırı nedeniyle Kent surları da kısmen hasara uğramıştır. 1375 yılında Ermeni krallığının Moğollar tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, krallığın toprakları ve Bitlis, Kürtlerin eline geçmiştir.(Ermeni Tarihçi Michael Tschamtschean)
Timur 1392 yılında bu bölgeleri ele geçirip Muş ovasına geldiğinde, Bitlis Beyi Hacı Şeref kalenin anahtarını Timur’a teslim etmiştir. Bunun üzerine, Timur birçok bölgeyi Bitlis Beyine armağan etmiştir. Timur’un ölümünden sonra Azerbaycan yönetimini elinde bulunduran Kara Yusuf, 1417 yılında damadı olan Bitlis Beyi Malik Şemseddin’e ve onun neslinden gelenlere Bitlis ile Bitlis’e ait olan bölgeleri bırakmıştır.(Şerefname, II,I, 248). Şemseddin, çok bilgili ve ülkesini iyi yöneten bir hükümdardır, ülkesine çok sayıda kervansaraylar yaptırmış ve kendi adına para bastırmıştır.
Fransız Seyyah Tavernier’de 1655 yılında Bitlis’e yaptığı seyahatte, Bitlis’in meyve bahçelerinden ve özelliklede elma bahçelerini çok övmektedir. Aynı şekilde, Jakut’ta da, Bitlis’in ve bahçelerinin güzelliklerinden ve elmalarının nefis oluşundan bahsetmektedir(Jaqut I.526, Wilhelm Köhler). Yine Evliya Çelebi de seyahatnamesinde, 1650 yıllarda Bitlis’te 10 000 bin bahçenin ve 1200 dükkanın bulunduğunu anlatmaktadır.
İnsan bazen tarihi okurken, tarihi anlatanların çok abarttığını düşünür. Evliya Çelebinin seyahatnamesinde Bitlis ile ilgili söylediklerini okuduğumda “ne de çok abartmış, böyle bir şey var mı acaba” diye kafamda hep soru işareti olarak kalmıştı. Ne zaman ki “BEDLİS 1650” olarak resmedilen Bitlis fotoğrafını görünce, adeta dilim tutulmuş, gerçekten de Evliya Çelebinin seyahatnamesinde Bitlis ile ilgili söylediklerinin apaçık gerçek olduğu gözler önüne serilmişti. Seyahatnamede, Bitlis’in içinden temiz ve berrak suların aktığı, hanların, hamamların, dükkanların, camilerin ve sarayların olduğundan bahsediliyordu ki, gerçekten de bu resimde fazlası var ama eksiği yoktur. Resimdeki muazzam güzellikteki evler, dükkanlar, hamamlar, hanlar, köprüler, şehrin içinden akan berrak sular ve kaleyi çevrelemiş olan olağan güzellikte surlardan bugün hiçbir eser yok, sadece mevcudiyetini koruyan Ulu Cami ve Mutki durağındaki minare ve bunun dışında birkaç tarihi eserin dışında herhangi bir eserin kalmadığını görüyoruz.
Resimdeki bu muazzam ve olağanüstü güzellikteki şehri, bugünkü haliyle kıyasladığımızda, sanki şehir gerçek değil tamamen hayal gibi duruyor. Bu muazzam ve güzel şehirden maalesef hiçbir eser kalmamış, hanlar, hamamlar, saraylar, köprüler, temiz berrak akan sular ve camiler adeta yok olmuş, kaleyi çevreleyen surun yok olup nereye gittiği meçhul, kalenin üstündeki evler ve çevresindeki güzellikler hayalete dönüşmüş vs. vs. Şehrin o canlılığı ve yeşilliği gitmiş, yerine beton ve acayip binalar dikilmiş, şehrin bu manzarası karşısında insanın içinin yanmaması mümkün değildir. İnsan, acaba kendi şehrine bu kadar acımasızca davranan başka bir yer var mı? Diye düşünüyor.
1650 yılındaki Bitlis resmine baktığımızda şehir mükemmeldir. Evliya Çelebi ve diğer bütün seyyahlar Bitlis evlerinin mimarisini övmüşler, şehirde 70 okul, 4 medrese ve namaz kılınacak 110 ibadet yeri olduğunu yazmışlardır. 1849 yılında Bitlis beyi Şerif, Reşit Paşa tarafından esir alınıp İstanbul’a sürgüne gönderilmesinden sonra, Bitlis bir paşa tarafından yönetilmeye başlar. Bitlis, Osmanlı imparatorluğu döneminde hanlık ve Cumhuriyetin kuruluşundan belli bir süre sonra ise, şehir olarak tarihteki seyrine devam etmiştir. Sadece birinci dünya savaşında Rus işgalinden dolayı şehrin büyük hasar gördüğünü okuyoruz, bundan önce ise, ne oldu ki şehir bu kadar değişti herhangi bir durum tespiti yapılamıyor. Cumhuriyet döneminde ise, Belediyecilik yönetiminde bulunanlar, şehri güzel ve tarihi mimari dokusuna uygun bir şekilde inşa edileceklerine, maalesef tam tersi bir durum yaşanmıştır. Vatandaşlara hiçbir dönemde yol gösterilmemiş, estetikten, şehrin güzelleşmesinden, tarihi mimari dokusundan uzak, yeni yapılaşmalarda da çevreden tamamen habersiz, ilgisiz, ve duyarsız bir yönetimin hakim olduğunu görüyoruz. Süreç içinde şehrin, estetik olarak tarihi dokuya uygun bir hal arz etmesi gerekirken, bunun tam aksine, estetikten ve tarihi dokuya uygunluktan uzak bir yapılaşmanın yaşandığını maalesef görmekteyiz.
1650 yılında resmedilen şehir ile bugünkü şehri karşılaştırdığımızda, şehir şehir olmaktan çıkmış, çarpık kentleşme, plansız, projesiz yapılaşma ve vatandaşın kafasına göre yaptığı binalar nedeniyle iş tamamen çığırından çıkmış, ne bir yol gösteren ne de gerekli önlemleri alarak bu gidişata dur diyen bir yönetim olmuştur. Bugün dahi şehrin yapılaşmasına baktığımızda yine aynı uygulamaların devam ettiğini, tarihi dokuyu, planlı ve projeli yapılaşmayı kimsenin ne önemsemediğini ne de buna uyduğunu, yetkili birimlerin ise, bu durumu sadece seyretmekle yetindiklerini görüyoruz. Halbuki Bitlis 1650 yılındaki durumunu bugüne kadar korumuş ve sürdürmüş olsaydı, o zaman hiçbir şeye muhtaç olmadan tıpkı Mardin gibi tam bir cazibe merkezi olacak, insanlar akın akın şehri görmeye gelecek, ekonomik ve sosyal hayatın canlılığı sayesinde fazla göç olmayacak ve insanlarımız hayatlarını refah içinde ve mutlu bir şekilde idame ettireceklerdir. Bu nedenle, daha önceki makalelerimizde de dile getirdiğimiz çözüm önerileri ile birlikte, Bitlis’imizin acil olarak, baştan aşağı ciddi bir şekilde yeniden dizayn edilmeye ihtiyacı vardır.
Selam ve dua ile..
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.